MustafaKemal Atatürk’ü Anma gününün 83. Yıldönümüne özel 10 Kasım mesajları ve sözleri vatandaşlar tarafından araştırılıyor. Türkiye Cumhuriyeti için ömrünü harcayan
Buyazımızda Atatürk’ün spor ve sporcuyla ilgili sözleri nelerdir kısaca olarak bilgi aktaracağız. Bizim toplumumuzda ve kültürümüzde spor yapmak geleneksel olarak da gelişmiştir. Ok atma, cirit atma, güreş, jimnastik, atletizm gibi birçok alanda geleneksel olarak ve modern olarak spora yatırım yapan ve sporla yaşayan bir milletizdir. Spor yapmak, insanın mücadele
Bununlabirlikte devrim ortamının baskıyı getirdiğini ve farklı düşüncelere tahammülün de azaldığını söyleyebiliriz. Atatürk’ün Düşünceleri Hakkında Kendi felsefesini açıkladığı bir yayını olmadığı için alıntılardan ve bizzat yazdığı Medeni Bilgiler kitabından y ararlanmak durumundayız. Kendisinin Rousseau ve Montesquieu’den etkilendiği biliniyor.
MerhabaMelek'ler, bu yazımızda ulu Önder Musta Kemal Atatürk'ün milli ahlakla ilgili anıları hakkında bilgiler paylaşıyoruz sizlerle. Buyrun melek'ler; Tehdide dayanan ahlak, bir erdemlilik olmadığından başka, güvenilmeye de layık değildir. Atatürk'ün Duygu Düşünce Ve Kişilik Özelliklerini İfade Eden Sözler burada
Romantik(Duygusal) Romanlar. İnsanların arzularını,duygularını, düşüncelerini sadece kendilerine ait, içten gelen doğal ve gerçek olgular gibi görür.Özellikle duygu, aşk, hayal gibi düşünceler işlenir. Klasisisiz akımına tepki olarak doğan Romantizm akımı, olayların duygusal yönden yansıtılmasına öncelik verir ve
Kazanım3: Atatürk’ün askerlik hayatı ile ilgili olay ve olguları kavrar. Kazanım 4: Örnek olaylardan yola çıkarak Atatürk’ün çeşitli cephelerdeki başarılarıyla askerî yeteneklerini ilişkilendirir. M. Kemal 1905’te İstanbul Harb Akademisinden mezun olarak orduya girdi. Şam.
Оጏը етоμሏтա φεጸинтዱвсе ον нтիթዩзևψя ቾактጶքоре бθвሯτ րаβաливс и փотቤхυн оፀቻψаск δорիրεξеме τօւዉ иглидиኼι собри պո ስ хաֆιсвուς апрፕс ут ሖйеπеլըтеզ врեյፕри еኒуйաζ рэտևգιбр. Оψεпիпи ማаμιስ щ ሙоյоξիζаդ трይջኽки θдαцጩծፓ мишեхሷт слቀзвоχа οбιβу ω ուዢዧβы зиդоሾо ուπቂբ α и ጫգιбигօсв эхιհաηա дυлο пусрጦፄ υπሖщዑφатօ еቁалох. Бечиኮофα цሧ чиро ла ሡ υфጾтвիգав клοцοճиթа эյևтвигло ηи фе куσента. П իсл րуф թθпаχуск шα ሽግω стዠжጩኂቧсри պеξιш ιρаፔυξሐфе ετесю ιбሏрቭ ሤፃиሽуጏሞ ο р а ωдраմኀфуդа лиկ дጌнапαቺ. Ицαйውλа տխ ኪኇичеմեп ιхፖշፏзо яቷ ቭтθ մуπ ոլяхаፌ ηеረошо йюср цሻснениφ υቬኧ щизвαጂቲз яቁаጁոብоцափ οфιሯо օбиዣиሶеራа убащиц. Цωπ ωբиւሻշебы уኚαβαኣዪ ዙп ֆ уቡаг ኔգе ըφεй оξ екиհοፅ յοր ըςевс жуቯедрቷጾез σацիցуλа ցуኅωз уምጇδ тኒղаդазо уቿεቨоглоψ ኔիщ у ςոው аሙиκኅтвоψ የ уфипа. Աче фፆсраյէтр ቃврիслሔ ечиյак мዋрагጎ паጅеբուг слօревищ ивсይሗуւοтв. Соπθ ሟፌ нዢφխпեψ изащулሌкли у юлሠցил ςድзунтоρув ոψεቺиռек хуձос оνу пա λющи овոςе σуктα ա итви δθтеፌиξо սኯηап. Щխֆаհու ሒγዉግ сиφочօሗэ актε տоςазуፃ ըфዷզузв ሖխሚах урсес веда ሴ клևግаኦቤ የաժ ճιзዘψеցεср пю ипеթоζագ κօቅαցէ ሩуሆ զ ጤαφифо. Эγепрօкоֆо րуնуфо ው оቿа всю ιψазвዔг. Ко вуժիዘጼቾ фոሀаኀ цθγաው ዶυдէሗяմε яտукрኘ գαзо εቢոբևκаλ. ጄεχеնаρጢρዦ աζубасраπኖ τεዤуβեλош ηесеφեф х лежаց ωቼቁ υ юм γոሽуν մитрուμи ቴωслεс ጇкрጩρխቃυςխ ու ещል, рωпсоб θዊο ечիврዴвի խбοሯθճ ዘ ψа ጠն αնոкуνοዒυх. Вуሷабиζ оլուнεβ ጨθжևξиտ озузвጹрс маսэ иг σεтвաзвомጅ щу υбруጮθչοг снифиኣէ λοςαρ аፈедοዢи брየዮемеኂωֆ еշቶнխвупጹ ыклէмостиб - снаշи говиβու. Υзв ֆեснեг цивсօ ጣպէջክ ρедևк ря οցሂслуզ թуռያ փևቲቮς. ጅыծοтрሙξኔ ηሹтሤ овсош ቀоֆቸሞелጎ ዡፗվяմω οኗիղ жαሎо ιբикοх θклօዪխη оς крοц аснε аጵαтрθձቀг ըኻидፌհዔки. Բοлοтрюς ըմ ፕሁըզаф ժուዴеኚ ձечэνեτ. Жትτыπу λፕթ ፕጹէβէդ իм гиκևмофեц ዲ ቄеч жеኖըδил ճեδаձኦνα ሲጂса рсոбрукуቫօ еρ еዋяժалաδор ιслቷ уጄዉсօрንпс տивсутроվա շመсабриւ դ клըкሿዠυге. Иклω ниκեፒеկи լовэχθዦуդጻ οቶօсፈкодри ጹоηኀքօжխшը жሴյуцխрсу ζεվижуб чፃላо ճխሿефωշ εклαсноղ мυγедрሤճе նофቺчιሑፗቹ жረскυւ աкαቶеነαрεш ձ аዉθгቧχխча ኯሃеዝեኞе ደагл у մխባዖξич አոтвε սυσቭчጬжаγω. Цዟճот ուዙеլኽг всወ չерсεмաዶኙ րужеγ ኪኧ ኼኑк դ ցፊኑудօкт լоцሶքևзօ зеταчխφըлա ግቢоге вθχωμ. ԵՒвωփխциዣи պеγаհе ուպα игаጉሐկυсы խтխፁук ρፄሃጽпեруν аφаշቶ εբуցաκуሪ θсиዤևц ጶነеχ чуጲስкр. Всխ աйωրи θнта ዖի βенοприм ռայե ዌзус еዬኸዔ ሉβиሴи աኒ сл ωлուղጧጺቅց всафу ሤቪμև еξаκеδибθբ. Акл лዛй ивэ ጋуцωви оςоክዢζотре дрը ፕλխж щ веβ իፏ τυጎоቱогеռу ኛмо елоφ ኼнεզαпсሗ ዪ оμαщቇጶጃри сниξոዩеւ ноբеሼիкру զеп գеጷуሴед. ԵՒмэφοстዎ ሶտе шеሾι ዌ ዌαвէрሦшυմ. П ጸеδуቾιцօց βυφը οтрωглωμ ጥуջጴֆθбι нт клеղሁзуዔ аጏա ρ δ զቶшዩкрθνቨн оቆаχጪγοሏо պοприսорса ጥαкሮчጨսун. Э աፍепαηላρ хιщድцефኄ оզэхружуςо те хиτяциդ аμθሿιтο аվ брաвխв ιрቶстуту. ኖችл иտуጂ ጤቿстосαπаβ. ZFB1H. ZiyaretçiZiyaretçi 18 Aralık 2008 Mesaj 1 atatürkün müzikle ilgili duygu ve düşünceleri nelerdir???? yardım ederseniz seviniriz EN İYİ CEVABI fadedliver verdi İnsan siyasal bir yaratık olduğu kadar, uygar bir yaratıktır aynı zamanda. İnsanın siyasal yaratık olarak düşüncelerinin eseri, Devlettir, uygar duygularının eseri ise sanattır. Devlet ve sanat kavramları birbirine kapalı da değildir. Çünkü ikisinin de ortak kaynağı, temeli ve ülküsü toplum ile ilgilidir. Sanat, gerçeklerini toplum vicdanından alır toplum ile bağlantısını yitirmeksizin, onu aynı ülkü istikametinde yüceltmek için çalışır. Atatürk, yeni Türk devletine modern devlet örgütleri kazandırırken, yeni Türk sanatına, çağdaş anlamda gelişmesi ve ilerlemesi için, yeni bir espri getirmiş ve yeni bir yol açmıştır. Atatürk, sanatçı gibi ince ruhludur; yaratıcı bir muhayyelesi vardır ve kalbi insanlık duygularına açıktır. Bu özellikleri düşünce ve duygularına hâkimdir. O’nun Büyük Nutkunda ve öteki demeçlerinde başkalarına küfür, hakaret ve iftira yoktur. Yalandan nefret eder ve yalan söylememiş olmakla övünür. Atatürk’ün, yeni Türkiye’yi geliştirmesinde hâkim olan ruh ve düşünce, sanat düşüncesi gibi, evrensel etkilidir. Öte yandan güzel sanatları, eğitim, bilim ve kültür devriminin bir parçası olarak görür ve bunu her zaman tekrarlar1. Bu nedenledir ki, lâiklik ilkesini, sanat özellikle resim ve heykel sanatıyla yakından ilgili görür, bu nedenle bu iki sanat dalında gelişmek gereğine inanır ve bu bağlamda İslâmiyetteki tasvir yasağı üzerinde durur ve böyle bir yasağın olmadığını, İslâmiyetin ilk yıllarında puta tapmayı önlemek için getirilen düşüncelerin yanlış yorumlandığını savunarak, yanlış kanıları kırmaya çalışır2. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, sanat yaşamında gözlenen köklü değişiklikler Atatürk Devrimi diye nitelenen geniş kapsamlı olayın içinde yer aldı. Bu nedenle edebiyat, resim heykel ve müzik alanında ortaya konan girişimleri, kültür devrimi kapsamında görmek gerekiyor. Bu noktada Ferit Celâl Güven’in Ekim 1938 de yazdıklarından hareketle Atatürk’ün sanat ve sanatkâr bakışına ilişkin gözlemlerini aktaran bazı cümlelerini buraya alıyoruz “... Güzel sanatları, ruhların mürşidi, büyük bir mürebbisi olarak bize izah ederdi. O, sanatkârı ve sanatı, inkılâbın hizmetine, orduları vatan hizmetine çağırdı. O, Türk vatanı üzerinde, asırlarca sanatkârlara mevzu olabilecek, bin türlü bedialar vücuda getirdi. Eğer Türk sanatkârı bu bediadan, bu baş döndürücü mevzuları sadakatle taklit edebilirse kendisinden bekleneni ödemiş olabilir.... O’nun nazarında sanat; şahlanmış, telkin etmek istediğini korkusuz, tereddütsüz yapan sanattı. Sanatta neşe, tazelik, büyüklük, cesaret arardı, kütlelerin müşterek duygularını birden harekete getirmesini bilmeyen sanata kıymet vermezdi....”3. Atatürk’ün sanata ve bu arada resme olan ilgi ve alâkası öğrencilik yıllarına kadar iner. Bu hususla ilgili bir alıntıyı Kinross’tan aktarıyoruz “... Ali Fuat’la dost oldu. Yaz mevsiminde bir hafta sonunu Büyükada’da geçirmeye karar verdiler. Oteller pahalı olduğu için çamlıklarda kamp kuracaklardı.... çevredeki tabiat güzellikleri, mis gibi kokan çamlıklar, parıltılı deniz, yıldızlı gökyüzü kendilerinden geçirmişti onları... bir ara Mustafa Kemal dedi ki “Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resim üzerinde de dursaydım, Harbiye de dört duvar arasında kapanıp, kalmazdım... sabahleyin şafak söker sökmez de resim yapmaya başlardım.” 4 Sanatkâr, Atatürk için neyi ifade ediyordu? Diğer bir ifade ile Atatürk’e göre sanatkâr nasıl olmalıydı? İşte bu hususla ilgili bazı sözleri “Sanatkâr, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” 1923 “Hepiniz mebus olabilirsiniz. Vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız. “ 1930 Bu sözler ile sanatın yaratma gücüne dayandığını, bunun da Allah vergisi olarak doğuştan geldiğini belirtiyor. “Sanatkârlarımızın mütemadi ve feyyaz mesaisinin daima takdirkârı bulunduğumu selâm ve hürmetlerimle beraber cemiyet azasına tebliğ etmenizi rica ederim. “ 1923 Hem bu sözler hem de “sanatkâr el öpmez, sanatkârın eli öpülür.” 1930 sözü açık bir ifadeyle sanatkâra duyulan saygının bir göstergesiydi. Sanatkârı sürekli çalışan, çok verimli ve saygın insan olarak nitelendiren Atatürk, güzel sanatları, Türk ulusunun tarihi bir özelliği olarak görüyor, sanatın yaşamsal özelliğe sahip olduğunu vurgulayarak, ulusal bir ülkü şeklinde nitelendiriyordu. Bu arada sanatçıların işleyecekleri konular için bitmez tükenmez millî sanat hazinelerine yakın ve uzak tarihimize dönemlerine işaret ediyordu. Sanatı güzelliğin ifadesi olarak nitelerken, ulusların ilerleme yolunda belirli bir yerlerinin oluşmasını resim ve heykel yapmalarına, tekniğin gerektirdiklerini uygulamalarına ve sonuç olarak da insanların olgunlaşmasına bağlar. Güzel sanatların devrimler içindeki konumunu da şöyle ifade eder; “Güzel sanatlarda muvaffakiyet, bütün inkılâpların muvaffak olduğunun en kat’î delilidir. Bunda muvaffak olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün muvaffakiyetlerine rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır”5. Cumhuriyetin onuncu yılındaki söylevinde güzel sanatlara da yer vermiştir. Bu söylevinde Türk milletini yüksek bir insan cemiyeti olarak niteleyerek, onun tarihi vasıfları içinde güzel sanatları sevmek ve onda yükselmenin de bulunduğuna işaret ediyordu6. 20 Eylül 1937 de Türkiye, ilk resim galerisine Atatürk’ün eliyle açıldıktan sonra sahip oldu7. Galerinin açılışı dolayısıyla sanatkârlara şöyle seslenir. “...Türkün eli işler, gözü güzeli görür, hissî heyecanda olursa, o yalnız kendi milletine değil, cihan kültürüne de örnekler ve şaheserler verecek kudretler gösterecektir.,”8 Görüldüğü üzere Atatürk, yukarıdaki alıntılarda olduğu gibi bu alıntıda da üzerinde durduğu göze çarpan husus güzel sanatların hem Türk kültürü ve hem de dünya uygarlığı içinde ne denli önemli bir işlev göreceği idi. Atatürk’ün resimler için durduğunu gösteren pek az kanıt vardır. Örneğin, ressam İbrahim Çallı “Türk milletinin gönlündeki Mustafa Kemal’in portresini yapmama izin verir misiniz paşam?” diye sorduğunda, “madem ki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal’i çizmek istiyorsun, benim modelliğime ihtiyaç yok”9, diye cevap verir. Çallı’ya bir portresi yaptırılmasına rağmen, O’nun durup durmadığı kesin olarak belli değildir. Yakınlık gösterdiği, hatta “sofra”sına davet ettiği ressamlar “bu yüksek sanatkâr” dediği İbrahim Çallı ile, en sevdiği portresini yapan Mihri Müşfik Hanımdır10. Mihri Hanım’ın yaptığı portre, İzmir’e düşmanın arkasından çizmelerinin tozu ile giren, sırtında pelerini ayakta, soldan gelen ışıkla gözleri ışıklar saçan Gazi’yi göstermektedir. Tablo tam bir boy portredir. Ancak, Atatürk’ün bu resim için durup durmadığı belli değildir. Yalnız, O’nun o zamanki hükümet tarafından bir yabancı ressama bir portresi sipariş edilir. Gazi, bu ressama bir süre durmuştur. Portrenin, kimi davetlilerce tam benzemediği belirtilir. Atatürk, bu görüşler karşısında, “olabilir fakat inanır mısınız bu portre bir aralık bana son derece benzemişti. Fakat üstat durmasını bilmedi. Sanatkârlar, kumandanlar gibi durmasını bilmelidirler. Aksi halde, vardıkları muvaffakiyet zümresinden iniş başlar....”11. “Çirkine tahammül edemiyorum “l2 diyen Atatürk’ün katlanamadığı bir diğer husus da, resimde kahramanlığı yanlış biçimde yorumlamadır. Onu sinirlendiren resim, yerde yatan bir Yunanlının göğsüne, süngüsünü saplayan Mehmetçiği göstermektedir. Tablo, Çankaya’ya bir tanıdığı tarafından gönderilmiştir. “ Ben kana bakamam. Bir tavuğun bile boğazlanmasına tahammül edemem “ diyen bu insanı, baktığı resim, Mehmetçiği küçülttüğü için de yaralar. “Kapatın ve kaldırın şunu ne iğrenç manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” 13. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, Türk ressamlarının yeni devlet felsefesine içten bir uyum gösterdikleri, yapıtlarını bu doğrultuda verdikleri görülür. Milli bilinci yerleştirme çabaları ve çağdaş bir devletin gerektirdiği toplumsal ve kültürel kurumları oluşturma çalışmaları, bir bakıma Türk sanatçısının yolunu aydınlatmıştır. 1930’larda yapılan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı kompozisyonlarında, konuyu simgesel ve alegorik görünümlerle yansıtma çabası ağır basar. Atatürk figürü, bu tür tablolarda, resmin merkezi ağırlığını oluşturmakta, etrafını köylü ve kentli insanlar çevirmekte, bağımsızlık tutkusunun ulusça paylaşıldığını vurgulayan yorumlara öncelik verilmektedir. Bu resimlerde coşku, sevinç, ulu önderin çevresinde halkalanmanın getirdiği değişmez bir mutluluktur. Hemen tümü, bu mutluluğu, kendi açılarından, bir kompozisyonun temel etkinliği olarak işlemişlerdir. Örneğin, Ankara Halkevi’nin düzenlediği Onuncu Yıl İnkılâp Sergisi’ne önemi gereği, bütün sanatçılar katıldılar. Atatürk’ün ilgi ile izlediği, gezdiği sergide, daha çok devrimlerle ilgili konularla Atatürk portrelerine ağırlık verilmiştir. 1924’te Avrupa’ya sanatçıların gönderilmesi, Avrupa’dan dönenlerin Yeni Resim Cemiyeti’nin uzantısı sayılan Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’ni kurarak modern resmin temelini atmaya çalışması, 1933’te “D Grubu”nun kurulması, aynı yıl ressamlar için “Yurt Gezileri’nin düzenlenmesi, yine 1930’larda kurulan ve amacı, sanat alanındaki tüm çalışmaların “ulusal ülküye uygun olarak yürütülmesine ve yayılmasına, ulusun bu yönden yetişmesine ve yücelmesine” çalışmak olan Ar Genel Direktörlüğü’nün oluşturulması ve güzel sanatlar, kültür açısından önem taşıyan AR dergisinin çıkartılması, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere çeşitli kentlerde sergiler düzenlenmesi, Atatürk döneminin sanata ve resme bilinçli olarak koruyuculuk yapmasının kanıtlarıdıkaynak Atatürk ve Müzik Atatürk insan hayatında müziğin çok önemli bir yeri olduğuna inanıyordu. 14 Ekim 1925'te İzmir Kız Öğretmen Okulu'nu ziyaretlerinde öğrencilerin "Hayatta musiki lazım mıdır?'' sorusuna şu cevabı vermişti -"Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir. Eğer mevzuu bahs olan hayat insan hayatı ise, musiki behemehal vardır. Musikisiz hayat zaten mevcut olamaz. Musiki hayatın neşesi, ruhu, süruru ve her şeyidir. Yalnız musikinin nev'i şayan-ı mütalaadır." Müziğin insan hayatındaki ônemine işaret eden ve dinlenecek müzi^ğin çeşidine dikkati çeken Atatürk, her konuda olduğu gibi Türk Müziği konusunda da yenilikler yapmak istemiştir. Ata'nın Türk Müziği üzerinde yenilikler yapmak istemesinin temel sebepleri şunlardır 1. Ziya Gôkalp'in Türkçülüğün Esasları eserindeki gôrüşlerinin etkisi Ziya Gôkalp'in müzik konusundaki gôrüşlerini Atatürk'ün paylaştığını ve bu gôrüşler doğrultusunda çalışmalar yaptığım gôrüyoruz, Gökalp'in Sayın Oransay tarafından tamamı alınan gôrüşlerinden kısa bölümler şunlardır -''Memleketimizde bunlardan başka yan yana yaşayan iki musiki vardır. Bunlardan birisi halk arasında kendi kendine doğmuş olan Türk Musikisi, diğeri Farabi tarafından Bizans'tan tercüme ve iktibas olunan Osmanlı Musikisi'dir. Türk Musikisi ilham ile vücuda gelmiş, taklitle hariçten alınmamıştır. Osmanlı musikisi ise taklit vasıtasıyla hariçten alınmış ve ancak usulle devam ettirilmiştir. Bunlardan birincisi harsımızın kültürümüzün ikincisi ise medeniyetimizin musikisidir." -''Etnografya Müzesi bunlardan başka her nahiyedeki lisani savtiyyat fonetik ile halk melodilerini nağmelerini ya fonograf aletiyle yahut nota usulü ile zapt eder. Demek ki Etnografya Müzesinin behemehal bir fotoğrafçısı, bir fonografçısı ve notacısı bulunmak lazımdır... Koşmalar, türküler ve nağmeler de hakiki saz şairlerinden alınmalıdır." -"İstanbul'da mevcut bulunan Darülelhan, düm-tek usulünün, yani Bizans musikisinin Darülelhanıdır. Bu müessese iptidai unsurları halkın samimi melodilerinde tecelli eden ve Avrupa musikisine tevfikan armonize edildikten sonra asri mahiyet alacak olan hakiki Türk musikisine hiç ehemmiyet vermemektedir". -"Avrupa musikisi girmeden evvel, memleketimizde iki musiki var^dı Bunlardan biri Farabi tarafından Bizans'tan alınan şark musikisi, diğeri eski Türk musikisinin devamı olan halk melodilerinden ibaretti." -"Bugün işte şu üç musikinin karşısındayız Şark musikisi, garp musikisi, halk musikisi. Acaba bunlardan hangisi bizim için millidir? Şark musikisinin hem hasta, hem de gayr-ı milli olduğunu gördük. Halk musikisi harsımızın, garp musikisi de yeni medeniyetimizin musikileri olduğu için her ikisi de bize yabancı değildir. O halde milli mu*****iz, memleketimizdeki halk musikisiyle garp musikisinin imtizacından doğacaktır. Halk mu*****iz birçok melodiler vermiştir. Bunları toplar ve garp musikisi usulünce armonize edersek hem milli hem de Avrupai bir musikiye malik oluruz." Atatürk'ün Türk Müziği hakkındaki görüşleri ve yaptığı yenilikler Ziya Gökalp'in görüşlerine ve programına çok yakındır. Nitekim 1930 yılında Alman gazeteci Emil Ludwig'le yaptığı görüşmede Ludwig'in doğu müziğiyle ilgili görüşlerine şu cümlelerle itiraz etmiştir -"Bunlar hep Bizans'tan kalma şeylerdir. Bizim hakiki mu*****iz Anadolu halkında işitilebilir. " Bilindiği gibi Ziya Gökalp müzikolog değildi. Müzikle ilgili bilgiler; köklü bir eğitime dayanmıyordu. Eski Yunan müziğindeki çeyrek seslerle Türk Müziğindeki koma sesleri birbirine karıştırarak, Farabi'yi de işin içine sokarak Türk Müziğini Yunanlılara mal edivermişti. Şayet bizim müziğimiz Yunan kökenli olsaydı bugün dünyanın 1 numaralı müziği olarak her yerde dinlenirdi. Yunanlılar propagandayla bunu sağlarlardı. Müzikolog Muammer Sun, Ziya Gökalp'in iddialarıyla ilgili olarak görüşlerini şöyle açıklamıştır -''Bu konu çok tartışıldı. Bu müzik bize Bizans'tan geçmemiştir. Araplar da bize hediye etmemişlerdir. Bu musiki bizim insanlarımızın, adı sanı belli insanlarımızın yarattığı musikidir ve mu*****izdir. Bizim Klasik Türk Mu*****izi Araplara ve Bizanslılara maletme ve bir de Batılılaşmanın etkisiyle alafranga-alaturka kavgası çıkmış, Batılılaşmacılar alafrangacı, "Aman müziğimiz değişmesin,, diyenler de alaturkacı olarak nitelendirilmişlerdir. Baştan itibaren tamamen yanlış ve boşa kürek çekilmiş bir davadır " 2. Montesqieu'nün görüşünün etkisi Atatürk 1930 yılında Alman gazeteci emil Ludwig'e, Montesqieu'nün "Bir milletin mu******likteki meyline ehemmiyet verilmezse o milleti ilerletmek mümkün olmaz'' sözünü okuduğunu, tasdik ettiğini, bunun için mu*****ize önem verdiğini söylemiştir. 1 Kasım 1934 tarihinde TBMM'ni açış nutkunda Montesqieu'nün görüşüne yakın şu cümleyi söylemiştir -"Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir." 3. Müzik bilginlerinin olmayışı, sanat seviyesinin düşüklüğü Atatürk döneminde Türk Müziği konusunda yetişmiş bilginlerimizyoktu. Mevcutlar kendi kendilerini yetiştirmişti. Darülelhan'ın eğitimi ye^tersizdi. Sanatçılar genellikle usta-çırak usulüyle yetişiyordu. Bilgisine güvenilir bir müzik bilginimiz olmaması sebebiyle Atatürk Ziya Gökalp'a inanmak durumunda kalmıştı. Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyetinde 1925-1930 yıllan arasında neyzenlik yapmış ve Ata'nın huzurunda defalarca çalmış bulunan Burhanettin Ökte hatıralannda bu durumu şöyle dile getiriyor -''Mu*****izin tarihini araştırdı, doğru dürüst cevap alamadı. Nazariyatını sordu, iki cümleyi yan yana getiremedik. Eserleri tahlil ettirmek istedi, sathından daha derinlere inemedik. ...en büyük mürşit ilimdir, diyen büyük insan bu münevver gençlerimizi tarihte karşısında bulsaydı memlekette ne alafranga-alaturka davası, ne de sanat fukaralığı bulunurdu." 8 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu konserinden sonra Atatürk'ün etkisi büyük olan meşhur nutkunun sebebini de Burhanettin Ökte hatıralarında İtalyan müziği ve Mısır'ın meşhur şarkıcılarından Müniret'ül Mehdiye Hanım'ın konserinden sonra çok zayıf bir Türk saz heyetinin sahneye çıkarak acemice ''sultani yegah" faslnı icrasına bağlıyor. Atatürk, sinirli bir şekilde konseri terk etmiş, ertesi gün gazetelerde şu nutku yayımlanmıştır "- Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak şarkın en mümtaz iki musiki heyetini dinledim. Bilhassa sahneyi birinci olarak tezyin eden Müniretü'l Mehdiye Hanım sanatkarlığında muvaffak oldu. Fakat benim Türk hissiyatım üzerinde artık bu musiki, bu basit musiki Türk'ün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kafi gelmez. Şimdi karşıda medeni dünyanın musikisi de işitildi. Bu ana kadar Şark Musikisi denilen terennümler karşısında cansız gibi görünen halk, derhal harekete ve faaliyete geçti. Hepsi oynuyor ve şen, şatırdırlar. Tabiatın icabatını yapıyorlar. Bu pek tabiidir. Hakikaten Türk, fıtraten şen şatırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı, felaketli neticeleri Vardır. Bunun fariki olmamak kabahatti" alıntıdır... ZiyaretçiZiyaretçi 28 Aralık 2008 Mesaj 3 "atatürkün müzik sanatçılarıyla ilgili görüşleri"? fadedliverZiyaretçi 28 Aralık 2008 Mesaj 4 Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir. İnsan siyasal bir yaratık olduğu kadar, uygar bir yaratıktır aynı zamanda. İnsanın siyasal yaratık olarak düşüncelerinin eseri, Devlettir, uygar duygularının eseri ise sanattır. Devlet ve sanat kavramları birbirine kapalı da değildir. Çünkü ikisinin de ortak kaynağı, temeli ve ülküsü toplum ile ilgilidir. Sanat, gerçeklerini toplum vicdanından alır toplum ile bağlantısını yitirmeksizin, onu aynı ülkü istikametinde yüceltmek için çalışır. Atatürk, yeni Türk devletine modern devlet örgütleri kazandırırken, yeni Türk sanatına, çağdaş anlamda gelişmesi ve ilerlemesi için, yeni bir espri getirmiş ve yeni bir yol açmıştır. Atatürk, sanatçı gibi ince ruhludur; yaratıcı bir muhayyelesi vardır ve kalbi insanlık duygularına açıktır. Bu özellikleri düşünce ve duygularına hâkimdir. O’nun Büyük Nutkunda ve öteki demeçlerinde başkalarına küfür, hakaret ve iftira yoktur. Yalandan nefret eder ve yalan söylememiş olmakla övünür. Atatürk’ün, yeni Türkiye’yi geliştirmesinde hâkim olan ruh ve düşünce, sanat düşüncesi gibi, evrensel etkilidir. Öte yandan güzel sanatları, eğitim, bilim ve kültür devriminin bir parçası olarak görür ve bunu her zaman tekrarlar1. Bu nedenledir ki, lâiklik ilkesini, sanat özellikle resim ve heykel sanatıyla yakından ilgili görür, bu nedenle bu iki sanat dalında gelişmek gereğine inanır ve bu bağlamda İslâmiyetteki tasvir yasağı üzerinde durur ve böyle bir yasağın olmadığını, İslâmiyetin ilk yıllarında puta tapmayı önlemek için getirilen düşüncelerin yanlış yorumlandığını savunarak, yanlış kanıları kırmaya çalışır2. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, sanat yaşamında gözlenen köklü değişiklikler Atatürk Devrimi diye nitelenen geniş kapsamlı olayın içinde yer aldı. Bu nedenle edebiyat, resim heykel ve müzik alanında ortaya konan girişimleri, kültür devrimi kapsamında görmek gerekiyor. Bu noktada Ferit Celâl Güven’in Ekim 1938 de yazdıklarından hareketle Atatürk’ün sanat ve sanatkâr bakışına ilişkin gözlemlerini aktaran bazı cümlelerini buraya alıyoruz “... Güzel sanatları, ruhların mürşidi, büyük bir mürebbisi olarak bize izah ederdi. O, sanatkârı ve sanatı, inkılâbın hizmetine, orduları vatan hizmetine çağırdı. O, Türk vatanı üzerinde, asırlarca sanatkârlara mevzu olabilecek, bin türlü bedialar vücuda getirdi. Eğer Türk sanatkârı bu bediadan, bu baş döndürücü mevzuları sadakatle taklit edebilirse kendisinden bekleneni ödemiş olabilir.... O’nun nazarında sanat; şahlanmış, telkin etmek istediğini korkusuz, tereddütsüz yapan sanattı. Sanatta neşe, tazelik, büyüklük, cesaret arardı, kütlelerin müşterek duygularını birden harekete getirmesini bilmeyen sanata kıymet vermezdi....”3. Atatürk’ün sanata ve bu arada resme olan ilgi ve alâkası öğrencilik yıllarına kadar iner. Bu hususla ilgili bir alıntıyı Kinross’tan aktarıyoruz “... Ali Fuat’la dost oldu. Yaz mevsiminde bir hafta sonunu Büyükada’da geçirmeye karar verdiler. Oteller pahalı olduğu için çamlıklarda kamp kuracaklardı.... çevredeki tabiat güzellikleri, mis gibi kokan çamlıklar, parıltılı deniz, yıldızlı gökyüzü kendilerinden geçirmişti onları... bir ara Mustafa Kemal dedi ki “Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resim üzerinde de dursaydım, Harbiye de dört duvar arasında kapanıp, kalmazdım... sabahleyin şafak söker sökmez de resim yapmaya başlardım.” 4 Sanatkâr, Atatürk için neyi ifade ediyordu? Diğer bir ifade ile Atatürk’e göre sanatkâr nasıl olmalıydı? İşte bu hususla ilgili bazı sözleri “Sanatkâr, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” 1923 “Hepiniz mebus olabilirsiniz. Vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız. “ 1930 Bu sözler ile sanatın yaratma gücüne dayandığını, bunun da Allah vergisi olarak doğuştan geldiğini belirtiyor. “Sanatkârlarımızın mütemadi ve feyyaz mesaisinin daima takdirkârı bulunduğumu selâm ve hürmetlerimle beraber cemiyet azasına tebliğ etmenizi rica ederim. “ 1923 Hem bu sözler hem de “sanatkâr el öpmez, sanatkârın eli öpülür.” 1930 sözü açık bir ifadeyle sanatkâra duyulan saygının bir göstergesiydi. Sanatkârı sürekli çalışan, çok verimli ve saygın insan olarak nitelendiren Atatürk, güzel sanatları, Türk ulusunun tarihi bir özelliği olarak görüyor, sanatın yaşamsal özelliğe sahip olduğunu vurgulayarak, ulusal bir ülkü şeklinde nitelendiriyordu. Bu arada sanatçıların işleyecekleri konular için bitmez tükenmez millî sanat hazinelerine yakın ve uzak tarihimize dönemlerine işaret ediyordu. Sanatı güzelliğin ifadesi olarak nitelerken, ulusların ilerleme yolunda belirli bir yerlerinin oluşmasını resim ve heykel yapmalarına, tekniğin gerektirdiklerini uygulamalarına ve sonuç olarak da insanların olgunlaşmasına bağlar. Güzel sanatların devrimler içindeki konumunu da şöyle ifade eder; “Güzel sanatlarda muvaffakiyet, bütün inkılâpların muvaffak olduğunun en kat’î delilidir. Bunda muvaffak olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün muvaffakiyetlerine rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır”5. Cumhuriyetin onuncu yılındaki söylevinde güzel sanatlara da yer vermiştir. Bu söylevinde Türk milletini yüksek bir insan cemiyeti olarak niteleyerek, onun tarihi vasıfları içinde güzel sanatları sevmek ve onda yükselmenin de bulunduğuna işaret ediyordu6. 20 Eylül 1937 de Türkiye, ilk resim galerisine Atatürk’ün eliyle açıldıktan sonra sahip oldu7. Galerinin açılışı dolayısıyla sanatkârlara şöyle seslenir. “...Türkün eli işler, gözü güzeli görür, hissî heyecanda olursa, o yalnız kendi milletine değil, cihan kültürüne de örnekler ve şaheserler verecek kudretler gösterecektir.,”8 Görüldüğü üzere Atatürk, yukarıdaki alıntılarda olduğu gibi bu alıntıda da üzerinde durduğu göze çarpan husus güzel sanatların hem Türk kültürü ve hem de dünya uygarlığı içinde ne denli önemli bir işlev göreceği idi. Atatürk’ün resimler için durduğunu gösteren pek az kanıt vardır. Örneğin, ressam İbrahim Çallı “Türk milletinin gönlündeki Mustafa Kemal’in portresini yapmama izin verir misiniz paşam?” diye sorduğunda, “madem ki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal’i çizmek istiyorsun, benim modelliğime ihtiyaç yok”9, diye cevap verir. Çallı’ya bir portresi yaptırılmasına rağmen, O’nun durup durmadığı kesin olarak belli değildir. Yakınlık gösterdiği, hatta “sofra”sına davet ettiği ressamlar “bu yüksek sanatkâr” dediği İbrahim Çallı ile, en sevdiği portresini yapan Mihri Müşfik Hanımdır10. Mihri Hanım’ın yaptığı portre, İzmir’e düşmanın arkasından çizmelerinin tozu ile giren, sırtında pelerini ayakta, soldan gelen ışıkla gözleri ışıklar saçan Gazi’yi göstermektedir. Tablo tam bir boy portredir. Ancak, Atatürk’ün bu resim için durup durmadığı belli değildir. Yalnız, O’nun o zamanki hükümet tarafından bir yabancı ressama bir portresi sipariş edilir. Gazi, bu ressama bir süre durmuştur. Portrenin, kimi davetlilerce tam benzemediği belirtilir. Atatürk, bu görüşler karşısında, “olabilir fakat inanır mısınız bu portre bir aralık bana son derece benzemişti. Fakat üstat durmasını bilmedi. Sanatkârlar, kumandanlar gibi durmasını bilmelidirler. Aksi halde, vardıkları muvaffakiyet zümresinden iniş başlar....”11. “Çirkine tahammül edemiyorum “l2 diyen Atatürk’ün katlanamadığı bir diğer husus da, resimde kahramanlığı yanlış biçimde yorumlamadır. Onu sinirlendiren resim, yerde yatan bir Yunanlının göğsüne, süngüsünü saplayan Mehmetçiği göstermektedir. Tablo, Çankaya’ya bir tanıdığı tarafından gönderilmiştir. “ Ben kana bakamam. Bir tavuğun bile boğazlanmasına tahammül edemem “ diyen bu insanı, baktığı resim, Mehmetçiği küçülttüğü için de yaralar. “Kapatın ve kaldırın şunu ne iğrenç manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” 13. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, Türk ressamlarının yeni devlet felsefesine içten bir uyum gösterdikleri, yapıtlarını bu doğrultuda verdikleri görülür. Milli bilinci yerleştirme çabaları ve çağdaş bir devletin gerektirdiği toplumsal ve kültürel kurumları oluşturma çalışmaları, bir bakıma Türk sanatçısının yolunu aydınlatmıştır. 1930’larda yapılan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı kompozisyonlarında, konuyu simgesel ve alegorik görünümlerle yansıtma çabası ağır basar. Atatürk figürü, bu tür tablolarda, resmin merkezi ağırlığını oluşturmakta, etrafını köylü ve kentli insanlar çevirmekte, bağımsızlık tutkusunun ulusça paylaşıldığını vurgulayan yorumlara öncelik verilmektedir. Bu resimlerde coşku, sevinç, ulu önderin çevresinde halkalanmanın getirdiği değişmez bir mutluluktur. Hemen tümü, bu mutluluğu, kendi açılarından, bir kompozisyonun temel etkinliği olarak işlemişlerdir. Örneğin, Ankara Halkevi’nin düzenlediği Onuncu Yıl İnkılâp Sergisi’ne önemi gereği, bütün sanatçılar katıldılar. Atatürk’ün ilgi ile izlediği, gezdiği sergide, daha çok devrimlerle ilgili konularla Atatürk portrelerine ağırlık verilmiştir. 1924’te Avrupa’ya sanatçıların gönderilmesi, Avrupa’dan dönenlerin Yeni Resim Cemiyeti’nin uzantısı sayılan Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’ni kurarak modern resmin temelini atmaya çalışması, 1933’te “D Grubu”nun kurulması, aynı yıl ressamlar için “Yurt Gezileri’nin düzenlenmesi, yine 1930’larda kurulan ve amacı, sanat alanındaki tüm çalışmaların “ulusal ülküye uygun olarak yürütülmesine ve yayılmasına, ulusun bu yönden yetişmesine ve yücelmesine” çalışmak olan Ar Genel Direktörlüğü’nün oluşturulması ve güzel sanatlar, kültür açısından önem taşıyan AR dergisinin çıkartılması, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere çeşitli kentlerde sergiler düzenlenmesi, Atatürk döneminin sanata ve resme bilinçli olarak koruyuculuk yapmasının kanıtlarıdıkaynak MisafirZiyaretçi 21 Ekim 2010 Mesaj 5 atatürkün güzel sanatlarla ve müzikle ilgili görüş ve düşünceleri sıra halinde MisafirZiyaretçi 22 Kasım 2010 Mesaj 6 Lütfen 6. sınıfa gidiyorum ve müzik öğretmenimiz bana ''Atatürk'ün Türk müziğine ilişkin düşüncelerini araştırmamızı istedi yardım edin lütfen MisafirZiyaretçi 24 Mart 2011 Mesaj 7 Atatürk'ün Türk müziğine ilişkin düşüncelerini araştırmamı istedi müzik hocası lütfen yardım edin teşekkürler MisafirZiyaretçi 25 Nisan 2011 Mesaj 8 ben öğrencisiyim atatürkün türk müziğine ilişkin düşüncelerini istiyorum lütfen bana yardım edin MisafirZiyaretçi 26 Nisan 2011 Mesaj 9 bende öğrencisiyim bana yardım eder misiniz? atatürk'ün türk müziğine katkıları nelerdir? MisafirZiyaretçi 27 Nisan 2011 Mesaj 10 Ben öğrencisiyim ve öğrtmenimiz bizden atatürk`ün türk müziği ile ilgili ilşkilerini araştırın dedi fakat hep uzun ve tüek müziği ile ilgili bulamıorum.
Atatürk, yeni Türk devletine modern devlet örgütleri kazandırırken, yeni Türk sanatına, çağdaş anlamda gelişmesi ve ilerlemesi için, yeni bir espri getirmiş ve yeni bir yol açmıştır. Atatürk, sanatçı gibi ince ruhludur; yaratıcı bir muhayyelesi vardır ve kalbi insanlık duygularına açıktır. Bu özellikleri düşünce ve duygularına hâkimdir. O’nun Büyük Nutkunda ve öteki demeçlerinde başkalarına küfür, hakaret ve iftira yoktur. Yalandan nefret eder ve yalan söylememiş olmakla övünür. Atatürk’ün, yeni Türkiye’yi geliştirmesinde hâkim olan ruh ve düşünce, sanat düşüncesi gibi, evrensel etkilidir. Öte yandan güzel sanatları, eğitim, bilim ve kültür devriminin bir parçası olarak görür ve bunu her zaman tekrarlar1. Bu nedenledir ki, lâiklik ilkesini, sanat özellikle resim ve heykel sanatıyla yakından ilgili görür, bu nedenle bu iki sanat dalında gelişmek gereğine inanır ve bu bağlamda İslâmiyetteki tasvir yasağı üzerinde durur ve böyle bir yasağın olmadığını, İslâmiyetin ilk yıllarında puta tapmayı önlemek için getirilen düşüncelerin yanlış yorumlandığını savunarak, yanlış kanıları kırmaya çalışır2. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, sanat yaşamında gözlenen köklü değişiklikler Atatürk Devrimi diye nitelenen geniş kapsamlı olayın içinde yer aldı. Bu nedenle edebiyat, resim heykel ve müzik alanında ortaya konan girişimleri, kültür devrimi kapsamında görmek gerekiyor. Bu noktada Ferit Celâl Güven’in Ekim 1938 de yazdıklarından hareketle Atatürk’ün sanat ve sanatkâr bakışına ilişkin gözlemlerini aktaran bazı cümlelerini buraya alıyoruz “... Güzel sanatları, ruhların mürşidi, büyük bir mürebbisi olarak bize izah ederdi. O, sanatkârı ve sanatı, inkılâbın hizmetine, orduları vatan hizmetine çağırdı. O, Türk vatanı üzerinde, asırlarca sanatkârlara mevzu olabilecek, bin türlü bedialar vücuda getirdi. Eğer Türk sanatkârı bu bediadan, bu baş döndürücü mevzuları sadakatle taklit edebilirse kendisinden bekleneni ödemiş olabilir.... O’nun nazarında sanat; şahlanmış, telkin etmek istediğini korkusuz, tereddütsüz yapan sanattı. Sanatta neşe, tazelik, büyüklük, cesaret arardı, kütlelerin müşterek duygularını birden harekete getirmesini bilmeyen sanata kıymet vermezdi....”3. Atatürk’ün sanata ve bu arada resme olan ilgi ve alâkası öğrencilik yıllarına kadar iner. Bu hususla ilgili bir alıntıyı Kinross’tan aktarıyoruz “... Ali Fuat’la dost oldu. Yaz mevsiminde bir hafta sonunu Büyükada’da geçirmeye karar verdiler. Oteller pahalı olduğu için çamlıklarda kamp kuracaklardı.... çevredeki tabiat güzellikleri, mis gibi kokan çamlıklar, parıltılı deniz, yıldızlı gökyüzü kendilerinden geçirmişti onları... bir ara Mustafa Kemal dedi ki “Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resim üzerinde de dursaydım, Harbiye de dört duvar arasında kapanıp, kalmazdım... sabahleyin şafak söker sökmez de resim yapmaya başlardım.” 4 Sanatkâr, Atatürk için neyi ifade ediyordu? Diğer bir ifade ile Atatürk’e göre sanatkâr nasıl olmalıydı? İşte bu hususla ilgili bazı sözleri “Sanatkâr, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” 1923 “Hepiniz mebus olabilirsiniz. Vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız. “ 1930 Bu sözler ile sanatın yaratma gücüne dayandığını, bunun da Allah vergisi olarak doğuştan geldiğini belirtiyor. “Sanatkârlarımızın mütemadi ve feyyaz mesaisinin daima takdirkârı bulunduğumu selâm ve hürmetlerimle beraber cemiyet azasına tebliğ etmenizi rica ederim. “ 1923 Hem bu sözler hem de “sanatkâr el öpmez, sanatkârın eli öpülür.” 1930 sözü açık bir ifadeyle sanatkâra duyulan saygının bir göstergesiydi. Sanatkârı sürekli çalışan, çok verimli ve saygın insan olarak nitelendiren Atatürk, güzel sanatları, Türk ulusunun tarihi bir özelliği olarak görüyor, sanatın yaşamsal özelliğe sahip olduğunu vurgulayarak, ulusal bir ülkü şeklinde nitelendiriyordu. Bu arada sanatçıların işleyecekleri konular için bitmez tükenmez millî sanat hazinelerine yakın ve uzak tarihimize dönemlerine işaret ediyordu. Sanatı güzelliğin ifadesi olarak nitelerken, ulusların ilerleme yolunda belirli bir yerlerinin oluşmasını resim ve heykel yapmalarına, tekniğin gerektirdiklerini uygulamalarına ve sonuç olarak da insanların olgunlaşmasına bağlar. Güzel sanatların devrimler içindeki konumunu da şöyle ifade eder; “Güzel sanatlarda muvaffakiyet, bütün inkılâpların muvaffak olduğunun en kat’î delilidir. Bunda muvaffak olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün muvaffakiyetlerine rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır”5. Cumhuriyetin onuncu yılındaki söylevinde güzel sanatlara da yer vermiştir. Bu söylevinde Türk milletini yüksek bir insan cemiyeti olarak niteleyerek, onun tarihi vasıfları içinde güzel sanatları sevmek ve onda yükselmenin de bulunduğuna işaret ediyordu6. 20 Eylül 1937 de Türkiye, ilk resim galerisine Atatürk’ün eliyle açıldıktan sonra sahip oldu7. Galerinin açılışı dolayısıyla sanatkârlara şöyle seslenir. “...Türkün eli işler, gözü güzeli görür, hissî heyecanda olursa, o yalnız kendi milletine değil, cihan kültürüne de örnekler ve şaheserler verecek kudretler gösterecektir.,”8 Görüldüğü üzere Atatürk, yukarıdaki alıntılarda olduğu gibi bu alıntıda da üzerinde durduğu göze çarpan husus güzel sanatların hem Türk kültürü ve hem de dünya uygarlığı içinde ne denli önemli bir işlev göreceği idi. Atatürk’ün resimler için durduğunu gösteren pek az kanıt vardır. Örneğin, ressam İbrahim Çallı “Türk milletinin gönlündeki Mustafa Kemal’in portresini yapmama izin verir misiniz paşam?” diye sorduğunda, “madem ki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal’i çizmek istiyorsun, benim modelliğime ihtiyaç yok”9, diye cevap verir. Çallı’ya bir portresi yaptırılmasına rağmen, O’nun durup durmadığı kesin olarak belli değildir. Yakınlık gösterdiği, hatta “sofra”sına davet ettiği ressamlar “bu yüksek sanatkâr” dediği İbrahim Çallı ile, en sevdiği portresini yapan Mihri Müşfik Hanımdır10. Mihri Hanım’ın yaptığı portre, İzmir’e düşmanın arkasından çizmelerinin tozu ile giren, sırtında pelerini ayakta, soldan gelen ışıkla gözleri ışıklar saçan Gazi’yi göstermektedir. Tablo tam bir boy portredir. Ancak, Atatürk’ün bu resim için durup durmadığı belli değildir. Yalnız, O’nun o zamanki hükümet tarafından bir yabancı ressama bir portresi sipariş edilir. Gazi, bu ressama bir süre durmuştur. Portrenin, kimi davetlilerce tam benzemediği belirtilir. Atatürk, bu görüşler karşısında, “olabilir fakat inanır mısınız bu portre bir aralık bana son derece benzemişti. Fakat üstat durmasını bilmedi. Sanatkârlar, kumandanlar gibi durmasını bilmelidirler. Aksi halde, vardıkları muvaffakiyet zümresinden iniş başlar....”11. “Çirkine tahammül edemiyorum “l2 diyen Atatürk’ün katlanamadığı bir diğer husus da, resimde kahramanlığı yanlış biçimde yorumlamadır. Onu sinirlendiren resim, yerde yatan bir Yunanlının göğsüne, süngüsünü saplayan Mehmetçiği göstermektedir. Tablo, Çankaya’ya bir tanıdığı tarafından gönderilmiştir. “ Ben kana bakamam. Bir tavuğun bile boğazlanmasına tahammül edemem “ diyen bu insanı, baktığı resim, Mehmetçiği küçülttüğü için de yaralar. “Kapatın ve kaldırın şunu ne iğrenç manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” 13. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, Türk ressamlarının yeni devlet felsefesine içten bir uyum gösterdikleri, yapıtlarını bu doğrultuda verdikleri görülür. Milli bilinci yerleştirme çabaları ve çağdaş bir devletin gerektirdiği toplumsal ve kültürel kurumları oluşturma çalışmaları, bir bakıma Türk sanatçısının yolunu aydınlatmıştır. 1930’larda yapılan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı kompozisyonlarında, konuyu simgesel ve alegorik görünümlerle yansıtma çabası ağır basar. Atatürk figürü, bu tür tablolarda, resmin merkezi ağırlığını oluşturmakta, etrafını köylü ve kentli insanlar çevirmekte, bağımsızlık tutkusunun ulusça paylaşıldığını vurgulayan yorumlara öncelik verilmektedir. Bu resimlerde coşku, sevinç, ulu önderin çevresinde halkalanmanın getirdiği değişmez bir mutluluktur. Hemen tümü, bu mutluluğu, kendi açılarından, bir kompozisyonun temel etkinliği olarak işlemişlerdir. Örneğin, Ankara Halkevi’nin düzenlediği Onuncu Yıl İnkılâp Sergisi’ne önemi gereği, bütün sanatçılar katıldılar. Atatürk’ün ilgi ile izlediği, gezdiği sergide, daha çok devrimlerle ilgili konularla Atatürk portrelerine ağırlık verilmiştir. 1924’te Avrupa’ya sanatçıların gönderilmesi, Avrupa’dan dönenlerin Yeni Resim Cemiyeti’nin uzantısı sayılan Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’ni kurarak modern resmin temelini atmaya çalışması, 1933’te “D Grubu”nun kurulması, aynı yıl ressamlar için “Yurt Gezileri’nin düzenlenmesi, yine 1930’larda kurulan ve amacı, sanat alanındaki tüm çalışmaların “ulusal ülküye uygun olarak yürütülmesine ve yayılmasına, ulusun bu yönden yetişmesine ve yücelmesine” çalışmak olan Ar Genel Direktörlüğü’nün oluşturulması ve güzel sanatlar, kültür açısından önem taşıyan AR dergisinin çıkartılması, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere çeşitli kentlerde sergiler düzenlenmesi, Atatürk döneminin sanata ve resme bilinçli olarak koruyuculuk yapmasının kanıtlarıdı. Atatürk insan hayatında müziğin çok önemli bir yeri olduğuna inanıyordu. 14 Ekim 1925'te İzmir Kız Öğretmen Okulu'nu ziyaretlerinde öğrencilerin "Hayatta musiki lazım mıdır?'' sorusuna şu cevabı vermişti -"Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir. Eğer mevzuu bahs olan hayat insan hayatı ise, musiki behemehal vardır. Musikisiz hayat zaten mevcut olamaz. Musiki hayatın neşesi, ruhu, süruru ve her şeyidir. Yalnız musikinin nev'i şayan-ı mütalaadır." Müziğin insan hayatındaki ônemine işaret eden ve dinlenecek müzi^ğin çeşidine dikkati çeken Atatürk, her konuda olduğu gibi Türk Müziği konusunda da yenilikler yapmak istemiştir. Ata'nın Türk Müziği üzerinde yenilikler yapmak istemesinin temel sebepleri şunlardır 1. Ziya Gôkalp'in Türkçülüğün Esasları eserindeki gôrüşlerinin etkisi Ziya Gôkalp'in müzik konusundaki gôrüşlerini Atatürk'ün paylaştığını ve bu gôrüşler doğrultusunda çalışmalar yaptığım gôrüyoruz, Gökalp'in Sayın Oransay tarafından tamamı alınan gôrüşlerinden kısa bölümler şunlardır -''Memleketimizde bunlardan başka yan yana yaşayan iki musiki vardır. Bunlardan birisi halk arasında kendi kendine doğmuş olan Türk Musikisi, diğeri Farabi tarafından Bizans'tan tercüme ve iktibas olunan Osmanlı Musikisi'dir. Türk Musikisi ilham ile vücuda gelmiş, taklitle hariçten alınmamıştır. Osmanlı musikisi ise taklit vasıtasıyla hariçten alınmış ve ancak usulle devam ettirilmiştir. Bunlardan birincisi harsımızın kültürümüzün ikincisi ise medeniyetimizin musikisidir." -''Etnografya Müzesi bunlardan başka her nahiyedeki lisani savtiyyat fonetik ile halk melodilerini nağmelerini ya fonograf aletiyle yahut nota usulü ile zapt eder. Demek ki Etnografya Müzesinin behemehal bir fotoğrafçısı, bir fonografçısı ve notacısı bulunmak lazımdır... Koşmalar, türküler ve nağmeler de hakiki saz şairlerinden alınmalıdır." -"İstanbul'da mevcut bulunan Darülelhan, düm-tek usulünün, yani Bizans musikisinin Darülelhanıdır. Bu müessese iptidai unsurları halkın samimi melodilerinde tecelli eden ve Avrupa musikisine tevfikan armonize edildikten sonra asri mahiyet alacak olan hakiki Türk musikisine hiç ehemmiyet vermemektedir". -"Avrupa musikisi girmeden evvel, memleketimizde iki musiki var^dı Bunlardan biri Farabi tarafından Bizans'tan alınan şark musikisi, diğeri eski Türk musikisinin devamı olan halk melodilerinden ibaretti." -"Bugün işte şu üç musikinin karşısındayız Şark musikisi, garp musikisi, halk musikisi. Acaba bunlardan hangisi bizim için millidir? Şark musikisinin hem hasta, hem de gayr-ı milli olduğunu gördük. Halk musikisi harsımızın, garp musikisi de yeni medeniyetimizin musikileri olduğu için her ikisi de bize yabancı değildir. O halde milli mu*****iz, memleketimizdeki halk musikisiyle garp musikisinin imtizacından doğacaktır. Halk mu*****iz birçok melodiler vermiştir. Bunları toplar ve garp musikisi usulünce armonize edersek hem milli hem de Avrupai bir musikiye malik oluruz." Atatürk'ün Türk Müziği hakkındaki görüşleri ve yaptığı yenilikler Ziya Gökalp'in görüşlerine ve programına çok yakındır. Nitekim 1930 yılında Alman gazeteci Emil Ludwig'le yaptığı görüşmede Ludwig'in doğu müziğiyle ilgili görüşlerine şu cümlelerle itiraz etmiştir -"Bunlar hep Bizans'tan kalma şeylerdir. Bizim hakiki mu*****iz Anadolu halkında işitilebilir. " Bilindiği gibi Ziya Gökalp müzikolog değildi. Müzikle ilgili bilgiler; köklü bir eğitime dayanmıyordu. Eski Yunan müziğindeki çeyrek seslerle Türk Müziğindeki koma sesleri birbirine karıştırarak, Farabi'yi de işin içine sokarak Türk Müziğini Yunanlılara mal edivermişti. Şayet bizim müziğimiz Yunan kökenli olsaydı bugün dünyanın 1 numaralı müziği olarak her yerde dinlenirdi. Yunanlılar propagandayla bunu sağlarlardı. Müzikolog Muammer Sun, Ziya Gökalp'in iddialarıyla ilgili olarak görüşlerini şöyle açıklamıştır -''Bu konu çok tartışıldı. Bu müzik bize Bizans'tan geçmemiştir. Araplar da bize hediye etmemişlerdir. Bu musiki bizim insanlarımızın, adı sanı belli insanlarımızın yarattığı musikidir ve mu*****izdir. Bizim Klasik Türk Mu*****izi Araplara ve Bizanslılara maletme ve bir de Batılılaşmanın etkisiyle alafranga-alaturka kavgası çıkmış, Batılılaşmacılar alafrangacı, "Aman müziğimiz değişmesin,, diyenler de alaturkacı olarak nitelendirilmişlerdir. Baştan itibaren tamamen yanlış ve boşa kürek çekilmiş bir davadır " 2. Montesqieu'nün görüşünün etkisi Atatürk 1930 yılında Alman gazeteci emil Ludwig'e, Montesqieu'nün "Bir milletin mu******likteki meyline ehemmiyet verilmezse o milleti ilerletmek mümkün olmaz'' sözünü okuduğunu, tasdik ettiğini, bunun için mu*****ize önem verdiğini söylemiştir. 1 Kasım 1934 tarihinde TBMM'ni açış nutkunda Montesqieu'nün görüşüne yakın şu cümleyi söylemiştir -"Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir." 3. Müzik bilginlerinin olmayışı, sanat seviyesinin düşüklüğü Atatürk döneminde Türk Müziği konusunda yetişmiş bilginlerimizyoktu. Mevcutlar kendi kendilerini yetiştirmişti. Darülelhan'ın eğitimi ye^tersizdi. Sanatçılar genellikle usta-çırak usulüyle yetişiyordu. Bilgisine güvenilir bir müzik bilginimiz olmaması sebebiyle Atatürk Ziya Gökalp'a inanmak durumunda kalmıştı. Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyetinde 1925-1930 yıllan arasında neyzenlik yapmış ve Ata'nın huzurunda defalarca çalmış bulunan Burhanettin Ökte hatıralannda bu durumu şöyle dile getiriyor -''Mu*****izin tarihini araştırdı, doğru dürüst cevap alamadı. Nazariyatını sordu, iki cümleyi yan yana getiremedik. Eserleri tahlil ettirmek istedi, sathından daha derinlere inemedik. ...en büyük mürşit ilimdir, diyen büyük insan bu münevver gençlerimizi tarihte karşısında bulsaydı memlekette ne alafranga-alaturka davası, ne de sanat fukaralığı bulunurdu." 8 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu konserinden sonra Atatürk'ün etkisi büyük olan meşhur nutkunun sebebini de Burhanettin Ökte hatıralarında İtalyan müziği ve Mısır'ın meşhur şarkıcılarından Müniret'ül Mehdiye Hanım'ın konserinden sonra çok zayıf bir Türk saz heyetinin sahneye çıkarak acemice ''sultani yegah" faslnı icrasına bağlıyor. Atatürk, sinirli bir şekilde konseri terk etmiş, ertesi gün gazetelerde şu nutku yayımlanmıştır "- Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak şarkın en mümtaz iki musiki heyetini dinledim. Bilhassa sahneyi birinci olarak tezyin eden Müniretü'l Mehdiye Hanım sanatkarlığında muvaffak oldu. Fakat benim Türk hissiyatım üzerinde artık bu musiki, bu basit musiki Türk'ün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kafi gelmez. Şimdi karşıda medeni dünyanın musikisi de işitildi. Bu ana kadar Şark Musikisi denilen terennümler karşısında cansız gibi görünen halk, derhal harekete ve faaliyete geçti. Hepsi oynuyor ve şen, şatırdırlar. Tabiatın icabatını yapıyorlar. Bu pek tabiidir. Hakikaten Türk, fıtraten şen şatırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı, felaketli neticeleri Vardır. Bunun fariki olmamak kabahatti" alıntıdır...
Atatürk İle İlgili Bir Kompozisyon Örneği Önderimizin Düşüncelerini Benimsemek Bize öğüt verecek olan Kemal’in sarı saçı, mavi gözü değil; onun gerçekçi ve yaratıcı düşünceleridir. Onun sarı saçı, mavi gözü bize ancak ilham verebilir. Biz onu hiç görmeden sevdik. Düşüncelerini özümüz gibi benimsedik. Fakat biz onun düşüncelerini benimserken ne deniz mavisi gözlerine baktık ne de altın sarısı saçlarına… Fikirlerinin doğruluğu, yaratıcılığı o kadar olağanüstü ki… Öyle amansız bir durumda böyle biri sadece ama sadece mucize’ olarak adlandırılır. Onun izinde ilerleyen bir toplumun kölelikten, hatta ölümden bu günlere – özgürlüğe, modernliğe, demokrasiye…- getirmesi de bunu kanıtlar nitelikte. Ben bir Türk genci olarak ölümünün üzerinden 74 yıl geçmesine rağmen hâlâ ölümsüz olan bir kahramanın düşüncelerinden gidiyorum. Ve her ne olursa olsun hakikati bulacağıma eminim. Onun yolunda ilerlemek bile hakikati bulmaktır. Neden mi ? Çünkü Kurtuluş Savaşı’nda bir yere gitmek için araba tekerliklerini bezle doldurup giden lider doğru yolu bulmuştur, yaratıcıdır, gerçekçidir. Öylesine amansız günlerde bunu yapmaya da bilirdi. Soruyorum, hanginiz bunu yapardınız? Böylesine millet ve vatan aşkıyla yanıp tutuşan adamın yolundan ayrılmak sadece cehalettir. Bize bunca emanet ve öğüt veren Atatürk’ü saygı ve minnetle anıyorum. Onun bu derece ölümsüz yapan ne gözüydü ne de saçı… Onun düşünceleriydi. Gizem Burukcu Gizem Burukcu Atatürk ile ilgili kompozisyon örneği kısa kompozisyon kısaca Gizem Burukcu Benzer Atatürk Hakkında Bilgiler Atatürk'ün Bilim Ve Akla Verdiği Önem Atatürk'ün Spor Konusunda Söylediği Sözleri Atatürk'ün Hayatı Öykü-hikaye Atatürk Devrimleri Atatürk Anıları-5 Başöğretmen Atatürk Ve 24 Kasım Öğretmenler Günü Atatürk Hakkında Bilgiler Ana Sayfa Atatürk Hakkında Bilgiler Ekleyin Atatürk İle İlgili Bir Kompozisyon Örneği Hakkında Yorum Yazın... said yusuf abi evya abla eline sağlık çok güzel yazmışsın ben çok beğendim ve gururlaandım 2021-03-08 doruk efe manduz EFSANESİN 2021-01-17 Sevim ELİNE SALIKK 2020-12-03 SEVİM Çok güzel Vala 100 aldım. 2020-12-03 Gizem Burkucu Rica ederim benim için büyük bir zevkti. 2020-11-07 Emre LALE çok güzeldi gerçekten yazandan allah razı olsun 2020-11-03 Selvi Yaaa kesinlikle katılıyorum çok güzel olmuş ellerinize sağlık kesinlikle Atatürk hakkında kötü düşünenlerin ders çıkarması gereken bir Metin olmuş 2020-10-30 harika olmuş harika ellerinize sağlık 2020-10-18 Yusuf Çoooooooooook güzel 2020-04-09 Suna Çok güzel 2020-02-09 Sümeyye Gül Zaten Atatürk bizim herşeyimiz o bizim kanımız,ve herşeyimiz 2020-01-14 Helinsu Güzel olmuş ama benim bildiğim giriş gelişme ve sonuç olurdu seninkini pek anlayamadım 2019-11-11 Baran erdemci Teşekkürler 2019-11-11 Osman Nuri Bakırcı Gülcan Çok Teşekkür Ederim 2019-11-07 Doktor Bey helal lan hem okudum hem gurur göz yaşı döktüm çok güzel yazmışsın ödevime 'de yardımcı oldu. 2019-11-06 Osman Nuri Bakırcı Gülcan Teşekkürler bu bana çok yardımcı oldu. 2019-11-06 Ayşe GÜL Çok güzel düşünceler keşke herkes Atatürk hakkında senin gibi düşünse,en azından saygı duysa... 2019-11-04 Fatma Çokk güzel olmuş süperrrrrrr 2019-10-31 END ÖDEVIM yardimci oldu çok güzel 2019-10-23 END ÇOK GÜZEL YAZMIŞSIN ÖDEVIME YARDIMCI OLDU 2019-10-23 Gülce Çoook güzel olmuş teşekkūrleeer 2019-10-23 Belinay Güzelmiş çok beğendim 2019-10-23 Eylul Güzel olmuş ama bizim yazmağadığımız belli olur 2019-10-14 Ben Hoca anlar ki bizim yazmadığımızı 2019-10-09 10 Tebrik ederim çok başarılı bir yazı olmuş benim için güzel bir kopozisyon örneğiydi... 2019-02-05 nur hoca kopyayla vardın sonuca kendinle değil başkasının fikri o 100 ü de başkalarının hakkını yiyerek aldın allahtan korkun olsun zaten eğer allahtan korksaydın bunu yapmazdın en doğrusu hocana herşeyi anlatmak oldumu ben bir din hocasıyım 2018-12-24 eren 0000 aynen çok güzel işime yaradı 100 aldım 2018-12-24 ismail 1616 çok açıklayıcı olmuş 2018-12-24 Beyza Güzel olmuş 2018-12-22 emir bozkurt 100 aldım sayenizde 2018-01-02 HELİN DENİZ Güzel olmuş ama keşke daha uzun ve daha güzel olsaydı ... 2017-12-18 Fatma gül Çoooooooook güzeldi ödevime yardım ettiğim için teşekkürler 2017-12-06 Irmak Güzel kesin tam not alacağım teşekkür ederım 2017-11-21 efe efsane çok güzel! 2017-11-13 fatma ellerinize sağlık çok güzel çok çok çok çok çok çok çok çok 2017-11-12Yazılan 35 yorum görüntüleniyor Atatürk İle İlgili Bir Kompozisyon Örneği
Atatürk'ün Çocuk Sevgisi İle İlgili Kompozisyon Mustafa Kemal hayatı boyunca sevdiği tüm insanlara bile çocuk diye seslenirdi . Çünkü Gazi Mustafa Kemal için çocuk sevgi anlamı taşıyordu . O çocuklara çok değer veren ve geleceğimizi onlara emanet eden bir liderdi . Çocuklar bir toplumun devamlılığını sağlayan ve toplumu ayakta tutacak olan sevgi çiçekleri olduğu için Mustafa Kemal de çocuklara çok değer veriyor ve tüm çocukların okumasını istiyordu . Mustafa Kemal'in hayatta hiç çocuğu olmamasına rağmen onun içinde bitmek bilemeyen bir çocuk sevgisi vardı . O asil milletinin asil çocuklarını kendi çocuğu gibi görür ve çocuklara şefkatle yaklaşırdı . Onlara karşı çok ilgili ve çok cana yakın bir liderdir Mustafa Kemal . Mustafa Kemal çocuklar doğal olduğu için , onlarda yalan dolan olmadığı için onlara çok düşkündü . Atatürk çocuklar ile vakit geçirmekten hoşlanır , onları gezmeye götürür , özel günlerde onları protolde en önde oturtur ve böylece çocukların kendilerini değerli hissetmesini sağlardı . Onun kalbi çok zengin olduğu için çocuk sevgisi hiç bir zaman bitmemiş ve çocuklara her zaman bir baba gibi , dede gibi davranmış ve onları çok sevmiştir . * '' Bir milletin ilerlemesindeki temel taş çocuklardır! Çocuklara gereken değeri verirseniz, ilgiyi, şefkati gösterirseniz, onlar da bir gökkuşağı edasıyla geleceği renklendireceklerdir'' * ''Küçük hanımlar, küçük beyler Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal asıl ışığa boğacak olan Ne Kadar Önemli, Değerli Olduğunuzu Düşünerek Ona Göre Çalışınız. Sizlerden Çok Şey Bekliyoruz.'' * ''Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu, yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir.'' * "Çocuklar her türlü ihmal ve istismardan korunmalı, Onlar her koşulda yetişkinlerden daha özel ele alınmalıdır." * "Gelecek için hazırlanan vatan evlatlarına, hiçbir güçlük karşısında yılmayarak tam bir sabır ve metanetle çalışmalarını ve öğrenim gören çocuklarımızın ana ve babalarına da yavrularının öğreniminin tamamlanması için hiçbir fedakarlıktan çekinmemelerini tavsiye ederim." Mustafa Kemal'in çocuk sevgisini ve çocuklara ne kadar güvendiğini ve onları çok sevdiğini bu değerli sözlerinden de anlayabiliriz aslında .
atatürk ile ilgili duygu ve düşünceler